Bakteriler, bitkilerle                              de karşılıklı faydaya dayanan bir ilişki içine girerler.                              Örneğin bezelyede ve bezelyenin köklerinde nitrojen                              bağlayıcı niteliğe sahip bakteriler yaşamaktadırlar.                              Nitrojenin, yani azotun bir canlı için çok büyük bir                              öneme sahip olduğundan daha önce bahsetmiştik. Nitrojene                              sahip olamadığı sürece bu bitki er-geç ölecektir.                              Bu nedenle köklerinde beslenen bakteriler son derece                              önemlidir.
 Bakterilerin bezelyeyi tercih etmelerinin                              sebebi ise bu bitki ile bakteriler arasındaki kimyasal                              iletişimdir. Simbiyotik bakteri, bitkilerdeki bazı                              genleri harekete geçirerek köklerde küçük kabarcıkların                              oluşmasını sağlar. Bakteri, oluşan bu kabarcıkları                              kendisi için bir barınak olarak kullanır. Bunun karşılığında                              ise bitki, 
 hiç tükenmeyecek bir nitrojen deposuna                              sahip olur.44                           
                                |   Kirpi balığının bağırsağında                                      yaşayan bakteriler, balığın kaslarının içine                                      kadar yayılan bir zehir üretirler. Bu zehir,                                      balığın kendisine zarar vermezken, düşmanlarından                                      korunmasını sağlar.  | 
Bir                              başka simbiyoz ilişki de kirpi balığı ile bağırsak                              bakterileri arasında yaşanmaktadır. Kirpi balıkları                              farklı bir savunma sistemine sahiptir ve oldukça zehirlidirler.                              Bu zehir tetrodoxin olarak adlandırılır ve kirpi balığının                              bağırsağında yaşayan bakteriler tarafından üretilir.                              Bakterilerin ürettiği bu zehirli toksinin büyük bir                              bölümü balığın karaciğerinde, bağırsağında ve diğer                              iç organlarında olmasına rağmen zehir hayvanın vücudunun                              her yerine yayılmaktadır. Hatta zehrin bir kısmı balığın                              kaslarının iç kısımlarına kadar girer. Dolayısıyla                              kirpi balığını ve bu balığın larvalarını yiyen canlılar                              son derece büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalırlar.                              Böyle bir tehlikenin farkında olan düşmanlar, kirpi                              balığına yaklaşmayı pek denemezler.45 
 Bakterilerin bu katkıları, balığın diğer balıklara                              yemolmasını önlemektedir. Elbette burada önemle üzerinde                              durulması gereken, diğer balıklar için büyük bir tehlike                              teşkil eden zehirin, kirpi balığının tüm vücuduna                              yayılmasına rağmen ona zarar vermemesidir. Bu, kirpi                              balığının korunması için Allah'ın özel olarak yarattığı                              kusursuz bir tasarımı göstermektedir. Bu ortak yaşam                              örneğinde başka mucizeler de vardır. Etraftaki diğer                              balıkların kirpi balığındaki tehlikeyi fark ederek                              ona yaklaşmamaya çalışmaları, bakterilerin büyük bir                              çaba göstererek böyle bir korunma yöntemi geliştirmiş                              olmaları, Allah'ın canlıları birbirileriyle uyumlu                              olarak yarattığını gösterir. Bu örneklerde şuurlu                              bir tasarım, üstün bir yaratılma vardır. 
Bakteriler, tüp solucanları                            ile de ilginç bir ilişki içindedir. Bu canlının sahip                            olduğu tüpler, her bir gramına 100 milyar bakterinin                            sıkışarak sığabileceği bir doku ile doludur. Tüp solucanlarının                            kırmızı tüyleri, oksijen yerine bakterileri beslemek                            için hidrojensülfat taşıyan kanla doludur. Buna karşılık                            bakteriler de hidrojensülfatı okside ederler ve bu oksidasyon                            sonucunda ortaya çıkan karbondioksidi, solucanı besleyen                            karbon bileşiklerine çevirirler.46 Yani aralarındaki ilişki karşılıklı besin alışverişine                            dayanmaktadır. Solucan bakteriyi beslerken bakteri de                            solucan için besin üretmektedir.
  
Denizlerde yaşayan                          bir başka solucan cinsi Riftia Pachyptila ise bakterilere,                          besinlerin sindirimi için ihtiyaç duyar. Bu solucan cinsinin                          sindirim sistemi yoktur. Önceleri sindirim sistemi olmayan                          bu canlının deri yoluyla deniz suyunda erimiş organik                          maddeleri emerek beslendiği sanılmıştı. Ancak derisinin                          yüzeyi, hacmine göre o kadar küçüktür ki, canlının bu                          şekilde beslenemeyeceği kısa bir süre içinde anlaşılmıştır.                          1981 yılında solucanın organik molekülleri emerek değil,                          normal bir şekilde beslendiği, ancak sindirim işlemini                          bakterilerin üstlendikleri hayretle keşfedilmiştir. Bakteri                          ile solucanın aralarındaki dayanışma ise gerçekten de                          son derece akılcıdır. Solucanın solungaçları ile aldığı                          sıvı, kükürt ve oksijence zengindir. Bu maddeler kan yoluyla                          bakterilerin bulunduğu yere giderek burada bakterilerin                          organik bileşikler yapmalarını sağlamaktadır. 
Solucan                          besin olarak bu maddeleri kullanmakta, solucanın karbondioksit,                          azotlu maddeler gibi metabolizma artıkları da tekrar bakterilerce                          alınarak besine çevrilmektedir. Normal şartlarda bütün                          bu kimyasal işlemler sonucunda oluşan kükürtlü hemoglobinin                          oksijeni taşıyamaması, aynı zamanda solunum enzimleri                          için toksik yani zehirli bir etkiye sahip olması gerekmektedir.                          Ancak bu sorun da özel bir tasarım sayesinde çözülmüştür.                          Solucanın karnında çok fazla kükürt bağlayarak hemoglobini                          koruyan bir protein bulunmaktadır.47                           
 Solucanın gövde boşluğu bakterinin konaklamasına,                            bakterinin ürettiği besin solucanın beslenmesine, solucanın                            atıkları bakterinin yaşamasına neden olmakta, üretilen                            enzim de bütün bu işlemler sonucunda solucanın zehirlenmesini                            engellemektedir. Bu küçücük örnekteki sayısız sebep                            sonuç ilişkisi tek bir gerçeğe işaret eder. Allah bu                            gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde olanlar                            Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir                            şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O'na                            ait)tir. Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz                            de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep)                            olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez.                            Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.                            (Lokman Suresi, 26-27)
Bakteriler Gece                            Avlanan Balıklar İçin Işık Üretirler
Kısa kuyruklu mürekkepbalığı (Euprymna                            scolopes) ile ışık saçan bakteri (Vibrio fischeri) arasında                            da karşılıklı faydaya dayalı bir ilişki vardır. Bu bakteri,                            mürekkepbalığının "mantosu" altındaki girintide yaşar.                            Bu bölge mürekkepbalığının ışıklı organı olarak bilinir.
Mürekkepbalığı günlerini                            sığ sularda kumların altında saklanarak geçirir. Gece                            olup avlanmaya çıkınca ışıklı organındaki bakteri ışık                            saçmaya başlar. Bu ışık, hayvanın gece ışıkları arasında                            fark edilmemesini sağlar ve düşmanları tarafından seçilmesini                            engeller. 
Bu olağanüstü yardımlaşmada karşılıklı iletişimin                            yanında elbette dikkat çeken başka olağanüstü durumlar                            da vardır. Bakterinin, ışıklı organdaki değişik dokuların                            oluşumunu nasıl etkilediğini araştıran bilim adamları,                            V. Fischeri bakterisinin ışıklı organa yerleşmesi için                            mürekkepbalığında özel bir dokunun bulunduğunu keşfetmişlerdir.                            Balık, bakterinin kendi bedenine yerleşmesi için şekil                            değiştirmekte ve böylelikle bakterinin yaşayabileceği                            uygun bir ortam hazırlamaktadır.48  
                              |  Düşmanlarından korunmak için karanlıkta avlanmak                                  zorunda kalan fener balığının, avını yakalamak                                  için en büyük yardımcısı kendi ışığıdır. Bu parlak                                  ışığın kaynağı ise, balığın gözlerinin altında                                  yerleşmiş olan bakterilerdir.
 | 
Geceleri avlanan fener balığı için de                          etraftaki herhangi bir ışık çok tehlikelidir. Işık, fener                          balığının düşmanları tarafından fark edilmesine ve kendisini                          gören avlarının uzaklaşıp kaçmasına neden olmaktadır.                          İşte bu nedenle fener balığı, ay ışığının çok parlak olduğu                          gecelerde veya herhangi bir suni ışık oluştuğunda etrafta                          görünmemeye çalışır. Fener balığı havanın karanlık olduğundan                          emin olduğunda ise avını aramak için yola koyulur. Karanlıkta                          planktonlardan ve küçük kabuklulardan oluşan avını yakalayabilmek                          için en büyük yardımcısı ise kendi ışığıdır. Fener balığının                          sahip olduğu parlak ışığın kaynağı, balığın gözlerinin                          altındaki organlardır. 
Bu organlar ise, balığın kanına                          karışan oksijen ve şekerle beslenen ışık saçan bakterilerle                          doludur.                          
Balık ışığını açıp, kapatabilir                            ve yiyecek ararken istediği yöne çevirmeyi sağlayabilir.                            Bakterilerin ürettiği bu ışık o kadar güçlüdür ki, otuz                            metrelik mesafeden bile görülebilir. Tek bir fener balığından                            gelen ışık küçük bir odayı aydınlatmak için yeterlidir.                            Bu bakteriler o kadar etkili bir ışık yayarlar ki, balık                            avlanıp öldürüldükten saatler sonra bile ışık organı                            parlamaya devam eder.49  
Aynı yeteneğe sahip bir başka bakteri                          de, çam kozalağı balığına ışık sağlamaktadır. Çam kozalağı                          balığı bu ismi vücudunu kaplayan, zırha benzeyen, üst                          üste kaplı pullardan dolayı almaktadır. Bakteriler, bu                          canlının da bedeninde kendileri için uygun bir yer bulurlar.                          Balığın sağladığı olanaklarla kendilerine bir barınak                          ve besin malzemesi elde ederken, balığa geceleri avlanmasına                          ve yolunu bulmasına yardımcı olan ışığı sağlarlar. Aynı                          dayanışma, bakterilerle midilli balığı arasında da yaşanmaktadır.                          Midilli balığının boğazının arka kısmında bakteri dolu                          iki ışık bezi bulunmaktadır. Balık, bakterilerin yardımı                          ile ışığını gerekli zamanlarda yakıp söndürebilir veya                          tümüyle ışık biçiminde görülebilir.                           
Bu birkaç örnekte değindiğimiz bazı detayları                            vurgulamakta fayda vardır. Bakteriler bir canlı ile                            beraber yaşamanın kendilerine fayda getireceğini "düşünmekte"                            bunun için kendilerine uygun bir canlı "seçmekte" ve                            gerektiğinde onların "yapılarında değişiklikler yapmalarını                            sağlayarak" bedenlerinde konaklamaktadırlar. Aynı zamanda                            barındıkları bu canlıları korumakta, onlara çeşitli                            faydalar getirmektedirler. Bir mürekkepbalığı için sahip                            olduğu ışık ile tehlikelerden korunması elbette büyük                            bir kazançtır. Bunu "dikkate alan" bakteriler bu fırsatı                            değerlendirir ve kendilerine bir ev edinirler. Bütün                            bu akıllı işlemler sonrasında normal şartlarda bu canlının                            düşünebildiğini iddia etmemiz gerekmektedir. Oysa söz                            konusu canlı yalnızca bir bakteridir. Eğer bu aklın                            kaynağını bu mikroskobik canlıda arayacak olursak kuşkusuz                            ki yanılırız. Varolan bir "eser", daima onu meydana                            getirenin "aklına" işaret eder. Bu küçük, ama şuur sergileyen                            canlı da kendisini meydana getiren, yani kendisini yaratan                            Allah'ın üstün aklına ve gücüne işaret etmektedir. 
İnsana Faydalı Mikro                            Canlılar Bağırsak Bakterileri
Bağırsaklarımızda birçok                            bakteri çeşidi içeren küçük bir ekosistem bulunmaktadır.                            Bu bakterilerin her çeşidinin görevi farklıdır ve besinlerin                            sindirilmesinden, vitaminlerin emilmesine kadar her                            türlü işi yerine getirmektedirler. Bağırsaklarda yaşayan                            bu bakterilere genel olarak Escherichia coli adı verilmektedir.                            Escherichia coli, daha önce belirttiğimiz gibi, tek                            bir kromozom sarmalında yaklaşık olarak 5.000 gene sahiptir.                            Bu da yaklaşık olarak 3 harften oluşan 1 milyon kodona                            eşittir.50 (Kodon, ATCG harflerinin                            biraraya gelmesiyle meydana gelen DNA şifresinde sadece                            3 harften oluşan anlamlı kelimelerdir. Kodonlar, birleşerek                            anlamlı cümleleri, yani genleri oluştururlar.) Yani                            bir milyon tane özel olarak kodlanmış şifre, bakterinin                            tüm özelliklerini ve yapacağı tüm faaliyetleri belirlemektedir.                            Söz konusu bakterinin DNA'sında taşıdığı bu olağanüstü                            bilginin miktarı ve niteliği evrimci bir kaynakta şu                            şekilde ifade edilmiştir. 
                              |  İnsan bağırsağında sindirim                                  ve vitamin emilimi gibi hayati işlemleri gerçekleştiren                                  bağırsak bakterisi Escherichia coli. | 
DNA şifresi, hücreye bilgiyi ileten                          genetik bir dildir. Hücre her fonksiyonunu denetlemek                          için DNA bilgilerini kullanan çok karmaşık bir yapıdır.                          Tek hücreli bir bakteri olan E. coli'nin DNA'sındaki bilgi                          miktarı gerçekten çok fazladır. Dünyanın en büyük kütüphanelerinin                          herhangi birindeki tüm kitapların içerdiği bilgiden çok                          daha fazladır...                           
(…) E. coli hücrelerindeki                            DNA harflerinin dizilimi çok özeldir. Biyolojik işlevin                            yerine getirilmesini yalnızca bu özel dizilim sağlayabilmektedir.51 
 Bu canlının söz konusu                            işlemleri nasıl meydana getirdiği ve bu simbiyotik yaşamdan                            bir fayda elde edip etmediği ise tam olarak bilinmemektedir.                            Bakterilerin edindikleri faydalarla ilgili elde edilen                            tek bilgi bu canlıların bazılarının bağırsak hücrelerine                            kendi gereksinimlerini ileterek, onların şeker salgılamasını                            sağladıkları ve bu şekeri besin olarak kullandıklarıdır.                            Bakterilerin edindikleri faydalarla ilgili bilinenler                            bu kadardır, ama bu ortak yaşamın insana son derece                            önemli etkileri vardır. Bakteriler, insan bağırsağında                            bulundukları süre boyunca sindirim ve vitamin emilimi                            gibi birtakım işlemler gerçekleştirirken aynı zamanda                            zararlı bakterilerin hastalık yapmalarını da engellerler.                            Bakterilerin yardımı ile bağırsaklar, işlevsellik kazanırken,                            bağışıklık sistemi de güçlenir. Bu bakteriler, insanda                            ve bazı memeli hayvanlarda K vitaminini üretme görevi                            de üstlenmişlerdir. K vitamini insanlar ve geviş getiren                            bazı canlılar için son derece büyük bir öneme sahiptir.                            Çünkü bu canlılar K vitaminini yiyeceklerden alamazlar.                            Oysa vücudun bu vitamine ihtiyacı vardır. 
Bu ihtiyaç                            bakteriler sayesinde sağlanır. Bakteriler, canlının                            vücuduna aldığı sebzelerdeki selülozu parçalayarak sindirilebilir,                            glikoz haline getirir ve vücuda K vitamini sağlarlar.52
Yapılan bu işlemler elbette son derece                          detaylı ve hayati önemi olan kimyasal işlemlerdir. Bu                          işlemler yeryüzünde varolan her insanda aynı kusursuzluk                          ve aynı mükemmellikle yine bakteriler tarafından gerçekleştirilir.                          Ancak bu işlemlerin o kadar çok detayı vardır ki, bunların                          hepsi, sırrı günümüzde bile halen çözülememiş ayrı birer                          şuur gösterisidir. Dünyaca ünlü evrimci dergilerden New                          Scientist'de, bakterilerin şuurlu davranışları sırasında                          ortaya çıkan "bilinmeyenler" şu şekilde sıralanmıştır:                          
 Son 10 yıldır mikroplar                            ile vücut arasındaki "iyi huylu" ilişki konusunda kafa                            yoran mikrobiyologlar, komensal (aynı sofrada yemek                            yiyen) bakterilerin gizini henüz çözmüş değiller. Bu                            bakterilerin bir kısmının bağırsakların iç çeperlerinde                            yer aldığı, diğer kısmının ise çeşitli çatlak ve yarıklarda                            yerleştiği biliniyor. Ancak bu konuda bilinmeyenler                            bilinenlerden daha fazla. Bilim adamlarının henüz yanıtlayamadıkları                            pek çok soru var. Dünyaya yeni gelen birkaç saatlik                            bir hayvanın bağırsaklarını hedef alan bu mikroplar                            nereye yerleşeceklerini nasıl kestiriyorlar? Ve yerleşecekleri                            bölgeyi ele geçirince, üstlerine gelen yeni bakterilere                            karşı mevzilerini nasıl koruyorlar? Ayrıca yıllarca                            bizimle birlikte barış içinde yaşayan bu mikroorganizmaların                            birdenbire bize karşı cephe almalarının ve ölümcül hastalıklara                            yol açmalarının nedeni ne? Hepsinden önemlisi, bağışıklık                            sistemi bağırsakların bu mikroskobik sakinlerine karşı                            niçin savaş açmıyor? 53Bu önemli soruların dışında                            dikkat etmemiz gereken bir başka önemli nokta daha vardır.                            Bilindiği gibi bakteriler çok hızlı çoğalabilen canlılardır                            ve bulundukları ortamda, şartlar eğer müsaitse, birkaç                            saat içinde sayıları milyonları bulabilir. Söz konusu                            durumun insan vücudundaki bu bakteriler için de geçerli                            olması gerekmektedir. Nitekim insan vücudundaki ortam,                            bakterilerin üremelerine uygundur. Onların da türdeşleri                            gibi kısa bir süre içinde aşırı derecede çoğalmaları                            ve bağırsakları neredeyse tümüyle istila etmeleri gerekmektedir.                            Peki acaba böyle bir sorun ile karşı karşıya mıyız?                            Bağırsaklarımıza yerleşen E. coli bakterisi için böyle                            bir durum söz konusu değildir. 
Bu bakteri 20 dakikada                            bir ikiye bölünür ve bu çoğalmanın ardından da ortaya                            çıkan bakterilerin de pek çoğu ölür. Eğer böyle olmasaydı                            E. coli hücreleri 20 dakikada bir durmadan bölündüklerinde                            tüm dünyayı kaplayacak hacme 43 saatte ulaşacaklardı.                            Hiçbir zaman böyle bir sorunla karşılaşmayız, çünkü                            burada yaşayan bakterilerin aralarında besin için büyük                            bir yarış vardır. Yarışı kazanamayanlar ölmek zorundadırlar.                            Ayrıca bakteriler vücuttaki antibiyotiklere de karşı                            koyamazlar.54
Bağırsaklardaki bakteri dengesi işte bu                            şekilde sağlanır. Yaşamını sürdürenler ise, insanın                            sindirimi için gerekli miktarı oluştururlar. Bu sayı                            milyarlarca yıldır insanların tümünde ayarlanmış ve                            belirlenmiş bir sayıdır. Hiçbir insan bedeninde, bağırsakta                            bulunan bu bakterilerin tamamı ölmemiş ya da kontrolsüz                            bir çoğalma meydana gelmemiştir, çünkü bu canlılar insana                            fayda getirebilmek için özel olarak yaratılmışlardır.                            Yaptıkları işlerden sayılarına kadar her türlü detay,                            onları yaratan Allah'ın dilediği ve belirlediği şekildedir.                            Bu kontrolü sağlayan, nerede, ne zaman ve hangi sayıda                            durmaları gerektiğini bilen ve planlayan Allah'tır.
Dildeki Bakteriler
                              |   Yukarıda resmi görülen                                  bu bakteriler, acaba nasıl nitratın vücuda zararlı                                  olduğunu düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek                                  için dilimizi karargah edinmişlerdir? Kuşkusuz                                  evrimciler bu soruyu asla cevaplayamazlar. Oysa                                  cevap açıktır: Bu bakteriler, Allah'ın kendilerine                                  bildirdiği bir emri yerine getirmektedirler.                                  | 
Çeşitli besinlerle vücudumuza nitrat                          alırız. Nitrat vücuda girdiğinde, içerdiği bir oksijen                          molekülünü kaybederek nitrite dönüşmektedir. Nitratın                          kolaylıkla nitrite dönüşebilmesi insan vücudu için bir                          kaygı sebebidir. Nitrit rahatça kimyasal tepkimelere girebilmekte                          ve yiyeceklerle alınan aminlere bağlanarak "nitrozamin"                          denilen bir maddeye dönüşmektedir. (Amin, tek değerli                          hidrokarbonlara verilen genel bir addır.) Bu kimyasal                          bilgilerin verilmesinin sebebi vücuda bu yollarla kolayca                          girebilen nitrozaminlerin insanlar için son derece önemi                          olmasıdır. Nitrozaminler, mide kanseri gibi önemli hastalıkların                          başlıca sebeplerinden bir tanesidir.                          
 Ancak kimi zaman vücuda doğrudan alınan,                            kimi zaman da vücutta üretilen nitrozaminler vücuda                            zarar vermeden ortadan kaldırılırlar. Bunun sebebi insan                            bedenini korumakla görevli olan bakterilerdir.
Araştırmacılar bir süre önce besinlerle                            vücuda alınan nitratın %25'inin nitrite dönüştürülmek                            üzere tükürüğe karışarak ağızdaki hücrelere geri döndüğünü                            fark ettiler. Bunun nedeni önceleri anlaşılamamıştı,                            çünkü nitrit potansiyel olarak zararlı bir madde idi                            ve zararlı bir maddenin vücutta üretilmesinin de bir                            anlamı yoktu. 
Bunun sebebi daha sonra anlaşıldı. Nitrit                            tükürükteki asitle birleştiğinde vücutta nitrozaminin                            oluşumunu engelliyordu. Bu birleşme aynı zamanda vücuda                            zararlı bazı bakteriler için de çok zehirliydi. Dolayısıyla                            nitrit, yediğimiz yiyeceklerle karışması için ağzımızda                            özellikle yapılıyordu. Ağıza gelen besin bizim için                            zararlı bir madde olmaktan çıkıyor, aynı zamanda içinde                            barındırdığı tüm zararlı mikroplar da vücuda girer girmez                            bu yöntemle ölüyordu.
Peki vücutta nitrit nerede üretilmekte                            ve nerede tutulmaktadır? Nitrit, bakteriler tarafından                            dilde üretilmektedir. Nitrat, dilin en arka tarafında                            bakterilerin oldukça yoğun olduğu bir bölgede nitrite                            çevrilmektedir. Nitratı dönüştüren bakteriler, dilin                            arka kısmında tat tomurcukları arasındaki oksijen erişmeyen                            yarıklarda yaşamaktadırlar. Bunlar, fakültatif anaeroblar                            adı verilen hem oksijensiz hem de oksijenli ortamda                            yaşayabilen bakterilerdir.
Bakteriler yukarıda anlattığımız                            tüm bu işlemleri dişetlerinin çevresinde de gerçekleştirirler.                            Onların bu faaliyetleri aynı zamanda dişlerin de çürümesini                            engellemektedir.55 
 Buraya kadar bahsettiklerimiz tümüyle kimyasal                            olaylardır ve insan vücudunda bakteriler sayesinde gerçekleşmektedir.                            O halde şimdi şunu soralım: Nitratı et ve salata gibi                            en temel besinlerle vücudumuza sürekli olarak alırız.                            Acaba bakteriler hangi kararla bu maddenin vücuda zararlı                            olabileceğini düşünmüş ve bunu ortadan kaldırabilmek                            için kendilerine bir karargah edinmişlerdir? Darwinistlere                            göre bunu yapan evrim ya da başka bir deyişle tesadüflerdir.                            Hayali evrim sürecinde, insanın gıdalardan dolayı hastalanıp                             ölmesini engelleyecek bu bakteriler de tesadüfen yerlerini                            almışlardır. Kimisinin vücuttaki konumundan dolayı solunum                            yapmadan yaşayabilmesi gerekmektedir. Tesadüfen bu sorun                            da halledilmiştir! Vücuttaki bağışıklık sisteminin bu                            bakterileri birer tehlike olarak görüp onlarla savaşmasının                            da engellenmesi gerekmektedir. Her nasılsa bağışıklık                            sisteminin bu canlıları yadırgama tehlikesi de tesadüfen                            ortadan kalkmıştır! Evrim teorisine göre bütün bunların                            açıklaması tesadüflerdir. Evrimciler bir bakterinin                            insanı koruyabilmek için şuurlu hareket etmesini akıllı                            ve üstün bir tasarım olarak değil de evrimleşme olarak                            tanımlarlar. Oysa bir bakterinin tesadüfen tüm mucizevi                            özellikleri ile birlikte insanın dilindeki tat keseciklerine                            yerleşmesinin ve vücudu zehirli maddelerden korumasının                            tesadüflerle açıklanması kuşkusuz mümkün değildir. İnsan                            gibi, insanın vücudundaki bu hassas sistem de yeryüzünde                            aklını kullanabilen tüm varlıklara şu gerçeği göstermek                            için vardır: Allah birdir ve O'ndan başka Yaratıcı yoktur. 
Bu gerçek Kuran'da bizlere şöyle bildirilir: 
O, Evveldir, Ahirdir,                            Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. Gökleri ve                            yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur.                            Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı                            bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah,                            yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 3-4)
Hastalığa Neden                            Olan Bakteriler
                              |  Sadece 1 mikrometre çapındaki bir bakteri, bir                                  insanı hasta edip onda hasar bırakabilecek kadar                                  etkili olabilmektedir.
 | 
Bakterilerin büyük bir çoğunluğu canlılar                            için faydalıdır, ama bir kısmı da hastalık yapıcı özelliklere                            sahiptir. Burada onların bu zararlı etkilerinin de üzerinde                            durmak gereklidir. Bir bakteri cinsinin bir başka bedene                            girerek, kendisinden milyarlarca kat büyüklükteki canlıyı                            güçten düşürmesi, hatta onun ölümüne yol açması, beraberinde                            çok fazla detay içeren şuurlu birtakım aşamaları içine                            almaktadır. Nitekim hastalıkların büyük bir kısmının                            sebebi bakterilerdir. Acaba bakteri, sadece 1 mikrometre                            çapındaki gözle görülmeyen bir canlı olmasına rağmen,                            nasıl böylesine güçlü bir etkiye sahip olabilmektedir?
Zararlı bakteriler genellikle gıdalar                          yoluyla insanlara ve hayvanlara ulaşırlar. Bakterilerin                          uygun ortam bulduklarında nasıl bir hızla üreyebildiklerini                          biliyoruz. Gıdalarda bulunan protein gibi besleyici maddeler                          ve rutubet gibi faktörler de onların çoğalmasını sağlayan                          uygun ortamı oluşturmaktadır. Bazı bakteriler ise tek                          başlarına zararsızdırlar. Ancak riskli gıdalarda çoğalma                          fırsatı bulurlarsa toksin adı verilen zehirleyici maddeler                          salgılar ve bu toksinler gıdalar yolu ile insanlara                          geçerek gıda zehirlenmelerine yol açar.                          
Bakterilerin bulaştığı                            gıdalar tüketildiğinde bu canlılar bağırsaklarda gelişmeye                            başlarlar. Yerleştikleri alanda bulunan hücrelerin ölmesi                            sonucunda hücre içinde oluşmuş olan toksin dışarı çıkar                            ve sindirim sistemine yayılır. Böylelikle bağırsaklarda                            bir enfeksiyon baş gösterir. Bakteriler bazı durumlarda                            canlı vücuduna girmeden gıdanın üzerinde de toksin maddelerini                            bırakabilirler. Yemek ile birlikte bu toksin madde vücuda                            alınır ve ciddi zehirlenme durumu başgösterebilir.56
Bakterilerin sebep olduğu hastalıklardan                            birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
İnsanları Yüzyıllarca                            Çaresiz Bırakan "Veba"
İnsanlar bakteriler nedeni ile aldıkları                            gıdalardan zehirlenebilirler. Ancak bakterilerin bunun                            dışında daha tehlikeli zararlı etkileri de vardır. Bu                            etkiye sahip bakterilerden bir tanesi kokobasil adı                            verilen bakteridir. Bu bakterinin en önemli özelliği                            ise 14. yüzyılda Avrupa nüfusunun neredeyse üçte birini                            ortadan kaldıran veba hastalığının tek sebebi olmasıdır.                          
Kitlelerin bu şekilde ölümüne sebep olan                            bu mikro canlı acaba nasıl bir etki veya kararla bu                            hastalığı başlatabilmekte ve tüm vücudu istila edebilmektedir?                            Belki de bu, Allah'ın yarattığı küçücük bir canlı karşısında                            insanın acizliğini açıkça görebilmesini, Allah'ın yaratıcı                            gücünü kabul etmeyen Darwinistlerin, O'nun kudreti karşısındaki                            çaresizliklerini açıkça anlamalarını sağlamaktadır.
Veba bakterisi; fare,                            sıçan ve sincap gibi kemiricilerin üzerinde parazit                            olarak yaşayan pireler yoluyla insanlara bulaşmaktadırlar.                            İnsanda bağışıklık sistemini kuşatma altına alan bakteri,                            uyarıcı ve hücre çoğaltıcı bir etki yapmaktadır. Veba                            bakterisi insan vücuduna deri, göz, ağız, sindirim kanalı,                            solunum yolu, kan ve lenf yollarıyla girmektedir. Bakterinin                            ilk girdiği deride önce yer yer kesecik ve torbacıklar                            oluşmaktadır. Bu torbacıklar, vücudun bakteriye karşı                            gösterdiği ilk dirençtir, ama vücut bu bakterinin etkisine                            fazla direnemeyecektir. Bakterinin üremesi sonucu oluşan                            toksin, lenf kanalları ile lenf bezlerine gider. Lenf                            bezleri bakterinin yerleştiği yerde şişmeye başlar.                            Bakteriler, lenf bezlerinin çevresinde ödemler meydana                            getirirler. Bakterinin toksini ile dolan lenf bezi içinde                            kangren meydana gelir. Bu bir organın ya da canlı dokunun                            belirli bir bölümünün çürüyüp ölmesi demektir. Bu sırada                            bir miktar veba bakterisi kana karışabilir, dalak, karaciğer                            ve diğer iç lenf bezlerine ulaşır. Bu durumda dalak                            ve karaciğer büyümeye başlar. Sonuçta, zamanla iflas                            eden vücut organları ve lenfler ölüme sebep olurlar.57  İşte bütün bunlar, ancak bir mikroskop                          altında görebileceğiniz tek bir hücrenin çoğalarak yaptıklarıdır.                          Bu mikro canlı, böyle safha safha kuşatarak bir bedenin,                          çürümesine neden olabilir. Nitekim vebaya karşı birkaç                          aşı denemesi dışında kesin bir önlem halen alınamamıştır.                          Deneme aşamasındaki bu aşıların da insanın bağırsak, sindirim                          veya solunum sistemlerinde sorunlar yaratması 
önlenememektedir.                          
Bütün bunların yanı sıra                            bu hastalıkla ilgili olarak 5 değişik antibiyotik dirençlilik                            geni taşıyan bakterilerin varlığı saptanmıştır.58                            Bunun anlamı, hastalık için ne kadar çare bulunursa                            bulunsun bakterinin buna direnç göstermeye devam edeceğidir.                            Yani bu mikro canlılar özelliklerini gitgide daha da                            geliştirmekte, daha büyük sorun yaratmaya hazırlanmakta                            ve açıkça insandan akıllı davranmaktadırlar.
Allah'ın kudretini tanımayan, kendilerini                            herşeyin merkezine koyarak büyük bir güç olarak addeden                            ve "herşey tesadüfen meydana gelmiştir" safsatası ile                            insanları aldatmaya çalışan Darwinistler için bu anlattıklarımız                            aşılması gereken büyük bir sorundur. Tek bir bakterinin                            insanın yaşamına son verebilecek, tıp bilimini çaresiz                            bırakacak kadar kusursuz, akılcı ve sistematik çalışabilmesi,                            onu sonsuz akla sahip bir Yaratıcının var ettiğini açıkça                            göstermektedir. Yapılan hiçbir bilimsel araştırma, buna                            başka bir açıklama getirememiştir. Gelecekteki çabalar                            da sonuçsuz kalacak, keşfedilen her detayda üstün ve                            kusursuz yaratılış ile karşılaşılacaktır. Bu bakteri                            de, diğer herşey gibi Allah'ın ilhamı ile hareket etmekte,                            O'na itaat etmektedir.
Midenin Akıllı İstilacıları                          
Mide, gıdaların öğütülmesi ve ayrıştırılması                            için özel olarak tasarlanmış bir yapıdır. Midede salgılanan                            mide asidi, bir jileti bile parçalayabilecek güce sahiptir.                            Dolayısıyla mideye giden her gıda buradaki asitlerin                            yardımı ile parçalanır ve eritilir. 
Midede gelişen ülserin sebebi araştırıldığında                            buna Helicobacter pylori adı verilen bir bakterinin                            sebep olduğu anlaşılmıştır. Ancak asıl ilginç olan,                            bu bakterinin böylesine güçlü asitli bir ortamda nasıl                            canlı kalabildiğidir. Bu önemli bir sorundur ama bakteri                            bu sorunu son derece akılcı bir sistemle ortadan kaldırmıştır.                            Bakteri, kendisine tehlike oluşturan bu asidik ortamda                            planlı hareket ederek bir sığınak elde etmiştir. Midenin                            kendi asidinden kendisini korumasını sağlayan bir mukoza                            tabakası vardır. Bakteriler, adeta büyük bir tehlike                            ile karşı karşıya kaldıklarını anlamışlarcasına bu mukoza                            tabakasının içine "saklanmaya" karar verirler. Bunun                            için elbette öncelikle midenin kendisini korumak için                            bir koruyucu tabakaya sahip olduğunu anlamaları ve aynı                            ortama yerleştiklerinde zarar görmeyeceklerini hesap                            etmeleri gerekmektedir. 
                              |   Midede gelişen ülserin                                  sebebi araştırıldığında buna Helicobacter pylori                                  adı verilen bir bakterinin neden olduğu anlaşılmıştır.                                   | 
Bakteri, bulunduğu ortamı yaşamasına                          uygun hale getirebilmek için bir enzim salgılar. Bu enzimin                          adı üreazdır. Enzimin özelliği üreyi amonyağa çevirmesidir.                          Bu çevrim önemlidir, çünkü oluşan amonyak bakterinin bulunduğu                          bölgedeki asit düzeyini azaltır. Yani ortamın bakteri                          açısından öldürücü etkisi ortadan kalkar. Bu öldürücü                          etki ortadan kalktıktan sonra bakteri toksik maddeler                          salgılamaya başlar. Bunun amacı da bu bölgedeki bağışıklık                          sistemini etkisiz hale getirmektir. Şartlar artık bakterinin                          yaşaması ve yerleşmesi için uygundur. Bu uygun şartlarda                          da bakteri üremeye, yani hastalığı yaymaya başlar.                          
Aslında bakterinin neden vücudun bu kadar                            tehlikeli bir bölgesini istila etmeye çalıştığı, üzerinde                            durulması gereken ayrı bir konudur. Normal şartlarda                            bakteri, bu asidik ortam yerine mukozanın alt kısmında                            herhangi bir tehlikesiz yeri de enfekte edebilirdi.                            Bunu daha kolay yapabilir ve kendisi için öldürücü olabilecek                            bir ortamla hiç karşılaşmamış olurdu. Ama bakteri bunu                            tercih etmez, çünkü beslenmesi gerekmektedir. Peki burada                            nasıl besin elde eder? 
Mukoza enfeksiyona uğradığında vücut bu                            bölgeye bol miktarda savunma hücresi ve besin göndermektedir.                            Enfeksiyon devam ettikçe besin akışı da sürer. Devamlı                            gelen yardım, burada bulunan bakterilerin tüm besin                            ihtiyaçlarını kesintisiz olarak karşılamaktadır. 
Tüm                            tehlikesine rağmen bakterinin ısrarla vücudun bu bölgesini                            tercih etmesinin sebebi işte budur. Burada söz konusu                            bakterilerin bir hesaplama yaptıklarını açıkça görürüz.                            Baştan beri nasıl besleneceklerini düşünmekte, enfeksiyona                            uğrattıkları yere vücudun mutlaka bol miktarda besin                            göndereceğini bilmektedirler. Onlara bu bilgiyi kim                            vermiştir? Vücudun böyle bir mekanizması olduğunu nereden                            tahmin edebilirler? Tahmin edebildiklerini farz edelim,                            bunu kendileri için kullanabilme gibi bir yeteneğe nasıl                            sahip olmuş olabilirler? Allah'ın kudretinin farkına                            varmayan insanlar bu sorulara zorlama cevaplar bulmaya                            çalışacaklar ve asla bir sonuca varamayacaklardır. Sonuca                            varamazlar, çünkü Allah yaratmada hiçbir ortağı olmayan,                            sonsuz güç sahibi olan ve herşeyi örneksiz yaratandır.                            Allah'ın bu örneksiz sanatındaki sırları anlayabilmek                            için karşımızdaki bütün bu eserlerde O'nun gücünü görmek                            ve takdir etmek gerekmektedir.
De ki: "Yeryüzünde gezip                            dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir                            bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı)                            da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, herşeye güç                            yetirendir. (Ankebut Suresi, 20)
Burada detaylarına indiğimiz hastalıklar                            dışında bakteriler daha pek çok önemli ve ölümcül hastalığın                            da sebebidirler. Bunlar arasında cüzzam, menenjit, tüberküloz,                            kolera ve tifüs bulunmaktadır. Bakteri tüm bu hastalıklarda                            farklı DNA yapısı ile yine şuurlu hareketlerle vücudu                            istila etmektedir. Bu ve bunun gibi pek çok hastalık,                            sadece tek hücreli bir canlının sebep olduğu, ama buna                            rağmen çaresi henüz bulunamamış veya zor başedilebilen                            hastalıklardandır. 
Bakteriler Antibiyotiklere                            Karşı Direnç Kazanabilirler
Vücudumuza giren bakterilerin bir kısmının                          faydalı olduğunu bir kısmının da hastalıklara neden olduğunu                          biliyoruz. Hastalıklara neden olan bakterilerin ortadan                          kaldırılabilmesi için kullanılan yegane yöntem antibiyotiklerdir.                          Vücuda çeşitli şekillerde verilen antibiyotiklerin bazısı                          bakterileri "öldürür", bazısı da onların gelişmelerini                          ve üremelerini önler. Görevini tamamlayan antibiyotik                          temizlik işini de vücudun savunma sistemine bırakır. Örneğin                          kimi antibiyotikler bakterinin zarını hedef alırlar. Bu                          antibiyotikler bakterinin kendisini dış etkilerden koruyacak                          bir kabuk oluşturmasını önlerler. Böylelikle bakterinin                          içine sıvı hücumu olur ve hücre patlayarak etkisiz hale                          gelir.                           
Kimi antibiyotikler ise hücreye giriş çıkış                            yapan yaşamsal maddelerin hücre içindeki düzeylerini                            değiştirirler. Bilindiği gibi hücre zarı, hücreye faydalı                            şeyleri ayrıştırarak hücrenin içine alan, zararlıları                            ayıran ve atıkları da dışarıya ileten "seçici geçirgen"                            bir yapıya sahiptir. Antibiyotik etkisini, bakterinin                            hücre zarının bu özel geçirgenliğini değiştirerek gösterir.                            Böylelikle zar seçici geçirgenlik özelliğini kaybeder.                            İçine besin alamayan ve zararlı maddelerin girişine                            açık olan bakteri kısa süre sonra ölür. 
Bazı antibiyotikler bakterilerin proteinlerini                            hedef alırlar. Proteinler hücrelerin yaşamsal işlevlerini                            gerçekleştirirler. Dolayısıyla olmamaları durumunda                            yaşamsal işlevler aksar. Bu aksama kaçınılmaz olarak                            bakterinin ölümü ile sonuçlanır. Proteinlerin üretimini                            ise hücrede ribozom yapar. Antibiyotiklerin görevi,                            ribozomun sistemini bozarak protein üretimini yavaşlatmak,                            hatta yanlış proteinler üretilmesini sağlamaktır. Başka                            bir antibiyotik ise yine proteinlerin oluşması için                            gerekli olan nükleik asitlerin üretilmesini engeller.59                            Nükleik asit üretilemediğinde yine bakteri protein yokluğundan                            ölmüş olacaktır.  
Sonuçta antibiyotikler bizleri zararlı                            bakterilerden koruyabilir. Bunun için gerekli olan,                            normal şartlarda bakterinin yapısını bilmek ve buna                            uygun bir antibiyotik üretebilmektir. Ama bu hiç de                            sanıldığı kadar kolay olmaz. Bakterilerin antibiyotiklere                            karşı geliştirdikleri çeşitli taktikleri, kendilerini                            koruma biçimleri vardır. Bakteriler, yani birkaç mikron                            büyüklüğündeki bu tek hücreli canlılar, yine akıllı                            davranarak sayısız insanın laboratuvar şartlarında üstün                            teknoloji kullanarak ürettikleri antibiyotiklere karşı,                            kendi genlerini değiştirerek birkaç saniye içinde direnç                            gösterebilirler.
Bakteriler Kendilerini                            Nasıl Korurlar?
Sadece bir hücre zarı, DNA ve ribozom gibi                            birkaç organele sahip olan bir canlı acaba bir antibiyotiğe                            nasıl karşı koyabilir? Tehlikenin ne olduğunu nereden                            bilebilir, kendisine zarar verecek şeyleri nasıl fark                            edebilir? Buna karşı nasıl "korunma yöntemi" geliştirebilir?                            Nasıl karar verir? Verdiği kararı nasıl uygular? Nasıl                            organize olur? Böyle bir canlı için şuur, yetenek ya                            da kavrama gücü gibi şeylerden bahsedebilir miyiz? Elbette                            bu olanaksızdır. O halde bu canlının, kendisi için en                            büyük tehlike olan antibiyotiklerle olan savaşı sırasında                            gösterdiği şuurlu hareketlerin tatmin edici ve akla                            uygun bir açıklaması olması gerekmektedir. Bu aklın                            kaynağını görebilmek ve takdir edebilmek için önce bakterilerin                            antibiyotiklere karşı nasıl bir direniş içinde olduklarını                            inceleyelim.
Bazı bakteri türleri için, antibiyotik                            vücuda girdiğinde yapılabilecek en iyi şey mümkün olduğunca                            çoğalmaktır. Antibiyotiklere karşı koyamayanlar yenilir                            ve ölürler. Antibiyotiğe dayanıklılık gösterebilenler,                            adeta toplu karar almışlarcasına hemen çoğalmaya başlar                            ve dayanıklı yeni nesiller meydana getirirler. Dolayısıyla                            vücuda alınan antibiyotik bunların tümünü ortadan kaldırmaya                            yetmez ve yeni dayanıklı türü yok edecek güce sahip                            olamaz. Bunun sonucunda vücuttaki hastalık, antibiyotiğe                            rağmen devam eder. 
Bakterilerin başvurdukları ikinci bir yol                            ise bakterinin kendi kendisini değişikliğe uğratmasıdır.                            Bunu da genetik yapısını değiştirerek yapar. Bakteri,                            antibiyotik ile daha önce karşılaşmıştır ve antibiyotiğin                            kendisine hangi yönden yaklaşacağını "bilir". Daha sonra                            antibiyotiklerin etki edeceği yerlerde genetik değişiklikler                            gerçekleştirir. Örneğin hücre duvarını etkileyen antibiyotikler                            için sürpriz moleküller geliştirmeye başlar. Böylelikle                            bir sonraki karşılaşmada antibiyotikler, bu yeni üretilmiş                            moleküllerin direnci ile karşılaşır ve hücre duvarına                            etki edemezler. 
Bakterinin yaptığı bir başka şuurlu hareket                            ise, ilacın hedefine ulaşmasını engellemektir. Bunu                            da ya ilacı dışarı pompalayarak veya girişini tamamen                            engelleyerek gerçekleştirir. Elbette böyle bir yöntemi                            gerçekleştirmeye yarayan mekanizmalar için de genetik                            değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Bakteriler                            bunu da kolaylıkla başarırlar. 
Bakteri bir başka korunma yöntemi olarak                            antibiyotiğin gelip bağlanacağı yeri değiştirir. Antibiyotik                            normal şartlarda etki etmesi gereken yere ulaşamadığı                            için bakteriyi etkisiz hale getiremez. Bakterinin böyle                            bir değişikliği sağlayacak genleri nereden edindiği                            ise hala bilinmemektedir. 
                              |   Bakteriler, antibiyotiklere                                  direnç gösterebilmek için kendi genetik yapılarını                                  değiştirirler. Sonra tüm topluluğun hayatta kalabilmesi                                  için ilgili genleri bir köprü vasıtasıyla diğer                                  bireylere iletirler.   | 
Bakteri ayrıca antibiyotiğin hedef aldığı                          bölgeyi dayanıklı hale getirebilir. Sözgelimi, streptokok                          bakterilerinden bazıları yaşamlarını ancak timidin adlı                          bir molekülün varlığıyla sürdürürler. Eğer bir antibiyotik,                          streptokokun timidin üretmesini önlüyorsa, bakteri antibiyotiğin                          "bilmediği" yollarla timidin üreterek kendisini korur.                          Böylelikle antibiyotik bilmediği bir şekilde üretilen                          bu maddenin kaynağını ortadan kaldıramayacak ve dolayısıyla                          bakteriyi yok edemeyecektir.                           
Bakterilerin şuurlu hareket                            ettiklerine dair bir başka delil ise "bilenlerin bilmeyenlere                            öğretmesidir". Genetik yapısını değiştirerek direnç                            göstermeyi başaran bir bakteri, değişimi sağlayan genleri                            kendi türünden olsun olmasın diğer bakterilere geçirebilmektedir.                            Bunu yapabilmek için iki bakteri arasında bir köprü                            oluşur ve ilgili gen birinden diğerine iletilir. İkinci                            yöntem ise bir bakterinin halka şeklindeki DNA'sını                            ortama bırakması ve diğerlerinin bunu alarak kendi genetik                            şifrelerine katmalarıdır. Halka şeklindeki bu DNA parçalarına                            plazmid adı verilmektedir. Burada tek bir plazmidle                            bakterinin birden fazla antibiyotiğe direnç geliştirmesi                            mümkündür.60 Bakterilerin kullandığı                            bu yöntem tıp çevrelerince en çok korkulan yöntemdir                            ve bu, hastalıkların önüne geçilmesini sürekli olarak                            engellemektedir. Geliştirilen antibiyotik ile ortadan                            kaldırılması umut edilen bir hastalık, bakterinin yapısını                            değiştirmesi edeni ile yeni bir şekil almakta ve durdurulamamaktadır.
Kuşkusuz Allah, gözle görülmeyen bu üstün                            tecellisine insandan çok daha üstün bir şuur ve kıvrak                            bir zeka vermiştir. Bir bakteri, Allah'ın ilhamı ile                            insanların daha önceden fark edemediği, hatta tahmin                            bile edemediği gelişmeleri tespit edebilmekte ve onlardan                            daha atik davranmaktadır. İnsanın kendisi de bu durumun                            farkındadır. Yıllarca süren araştırmalar, dev laboratuvarlar,                            tek bir bakterinin bu kıvrak zekasına karşı koyabilmek,                            buna karşı çözüm yolları bulabilmek için seferber edilmiştir.
Bakterilerin bu özelliği, evrimciler tarafından,                            teorinin sözde ispatı olarak, yaygın bir şekilde kullanılmıştır.                            Onlara göre bazı bakterilerin antibiyotiklere ve bazı                            böceklerine karşı direnç göstermeleri ve bazı böceklerin                            DDT denilen böcek ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmaları                            evrime delil olarak gösterilmiştir. Aslında burada evrimsel                            bir ispattan ziyade, bazı gerçeklerin ve deney sonuçlarının                            evrim ideolojisi savunucuları tarafından çarpıtılması                            söz konusudur.
Bilindiği gibi, evrim teorisinin öne                          sürdüğü temel değişim mekanizmaları içinde, mutasyon çok                          önemli bir yere sahiptir. Bu iddiaya göre, bazı dış ve                          iç etkiler sebebiyle DNA diziliminde meydana gelen tesadüfi                           değişimler, uzun vadede, yeni türlerin ortaya çıkmasına                          sebep olmaktadır. Gerçekten de, DNA diziliminde çeşitli                          etkilere bağlı olarak, mutasyonlar olmaktadır. Bu mutasyonların                          bir kısmı zararlıdır, yani oluştuğu organizmaya hasar                          verir; geri kalan mutasyonlar ise herhangi bir etkiye                          sahip değildir. Ancak bilinen ve gözlenen bütün mutasyonların                          negatif etkili veya etkisiz olmalarına rağmen, evrimciler,                          bazen faydalı mutasyonların gerçekleştiğine ve bu sayede                          yeni türlerin ortaya çıktığına inanırlar (ayrıntılı bilgi                          için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni). Bakterilerin,                          antibiyotiklere direnç kazanarak hayatta kalmaları, evrimcilere                          göre bakterilerin faydalı mutasyonlara uğramış olmalarının,                          dolayısıyla da evrimin en önemli delillerinden biridir.                          Ancak, evrimcilerin böyle bir sonuca ulaşmaları,                          onların ideolojik eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıntılı                          olarak incelendiğinde, bakterilerin antibiyotiklere direnç                          kazanmalarının evrime bir delil oluşturmayacağı açıkça                          ortaya çıkmaktadır. Bu gerçekleri madde madde sıralamak                          mümkündür:
1. Antibiyotik adı verilen maddelerin tamamı, daha önce                          doğada zaten mevcut olan mikroorganizmalardan elde edilmişir.                          Bu canlılar, farklı bakterileri parçalayıp öldürebilen                          maddeler üretmektedirler. Ancak bazı mikroorganizmalar                          bu tür antibiyotiklere karşı bünyenin savunma yapmasını                          sağlayan genlere sahiptirler. Yani o canlının savunma                          sistemi, antibiyotiğin içindeki öldürücü maddeye karşı                          hazırlıklıdır. Bu savunma mekanizması bilgisinin saklı                          olduğu gen paketi, bakteriler arasında özel bir yöntemle                          paylaşılabilmektedir. Mesela bir bakteri grip aşısına                          karşı bir silaha sahiptir. Bu bakteri, sahip olduğu silaha                          ait bilgiyi "plasmid" adı verilen ve bilgisayarla uğraşanların                          disket olarak düşünebilecekleri, paketler halinde, ortama                          bırakır. Bu bilgi, diğer bakteriler tarafından alınarak                          kendi bilgi bankalarına, yani DNA'larına monte edilir.                          Böylece farklı bakteriler, grip aşısına karşı aynı silahla                          donanmış olurlar. Bu işlem sırasında evrime delil olabilecek                          hiçbir aşama yoktur. Bakteri DNA'sı tesadüfi mutasyonlar                          geçirip yeni bir özellik kazanmamıştır. Direnç göstermesini                          sağlayacak bilgiye zaten ilk yaratıldığı günden itibaren                          sahiptir. Yapılan genetik araştırmalar sonucunda, yüz                          milyonlarca yıl önce yaşamış bakterilerle günümüzde yaşayan                          örnekleri arasında bir fark bulunmamış olması bunun önemli                          delillerindendir. Ancak bu bilgi gerektiği anda devreye                          girmektedir. Bu bilgiyi diğer bakterilerle paylaşıma açması                          da diğer bakterilerin tesadüfen evrimleştiklerine değil,                          bu bilginin kullanımı için yaratılmış olan mekanizmadaki                          tasarıma ve mükemmelliğe delildir.                          
2. Antibiyotiklere dirençli olan bakteriler,                            hayatta kalır ve direnç genine sahip olmayanlar ölürler.                            Böylece yeni bir tür ortaya çıkmış olmaz. Sadece dirençsiz                            bakteriler öldüğü için, direnç sahibi bakteriler çoğalmış                            olurlar. Bu ise evrimcilerin iddia ettikleri gibi yeni                            bir tür değil, aynı bakterinin bir çeşididir. Evrim                            teorisini savunanlar bu değişime mikro-evrim adını verirler                            ve bu küçük değişimin makro-evrim adı verilen geniş                            çaplı türleşmeye delil olduğunu iddia ederler. Ancak                            üstte verilen bilgilerden anlaşılacağı gibi, bakterilerin                            antibiyotiklere karşı direnç genleri taşımaları ve bunları                            diğer bakterilere nakletmeleri, evrimsel bir mekanizma                            değildir. Bu yüzden evrimin delili olarak değerlendirilemezler.                            Bu durumun evrim olarak yorumlanması için meydana gelen                            değişimin, o canlının DNA'sına yeni bilgiler eklemesi                            gerekir. Halbuki bakteri bir değişim sonucu direnç kazanmaz.                            Bu direnç onda zaten mevcuttur.
3. Evrimcilerin faydalı mutasyon olarak                            gösterdikleri örneklerin tamamında, meydana gelen mutasyon                            o organizmanın bilgi kaybetmesine, yani zarar görmesine                            sebep olmuştur. Bu yüzden evrimciler DNA adlı bilgi                            bankasına faydalı bilgi ekleyen tesadüfi mutasyonlar                            konusunda büyük bir çıkmaza düşmüşlerdir.
Bakterilerin bu özelliklere sahip olmaları                            bilim adamlarını oldukça endişelendirmektedir. Son zamanlarda                            Stephen Hawking gibi bilim adamlarının çizdikleri kıyamet                            senaryolarında bakterilerin önemli bir yeri vardır.                            Özellikle hastalık kaynağı olan bakterilerin, gen transferi                            sayesinde farklı antibiyotiklere karşı direnç kazanmaları,                            ortaya süper bakterilerin çıkması ihtimalini artırmaktadır.                            Yaklaşık otuz yıldır yeni bir antibiyotik üretilmemiştir.                            Mevcut bakterilerin bir kısmı bu ilaçlara dirençlidir.                            Bu yüzden her yıl 5 milyon kişi etkisiz hale gelen antibiyotikler                            yüzünden ölmektedirler. İlaç firmaları gelecek on yıl                            boyunca yeni bir antibiyotik üretilmeyeceğini söylemektedirler.                            Diğer bir ifadeyle bu dönem içinde ortaya çıkacak dirençli                            bir süper mikroorganizma büyük felaketlere yol açabilecektir.                          
Evrimcilerin Bakteri                            Yanılgısı
                              |  Evrimcilere göre yaşam,                                  ilkel atmosfer ortamlarında "basit" bir ilk bakterinin                                  ortaya çıkışı ile şekillenmiştir. Bakterilerin                                  "basit" tanımlamasından çok uzak olduğunun ortaya                                  çıkması ise, evrimcilerin bu iddialarını tümüyle                                  geçersiz kılmıştır. | 
Darwinistlere göre canlılığın oluşumu,                          tesadüfen meydana gelen hayali "ilk bakteri" sayesinde                          gerçekleşmiştir. Söz konusu "ilk bakterinin" henüz hiçbir                          canlılık belirtisi yokken, tamamen kontrolsüz bir ortamda                          aniden nefes almaya başladığını iddia edebilmek için ise                          onun "basit" olduğunu öne sürmek zorundadırlar. Bu "sözde                          basit canlı" çeşitli ortam ve şartlardan tesadüfen etkilenmeli,                          tesadüfen çeşitli değişimler yaşamalı, bazı mucizevi özellikleri                          -örneğin kendi besinini üretmeyi, mayoz bölünürken aniden                          mitoz çoğalmaya başlamayı- öğrenmeli ve şimdiki kapsamlı                          canlılığı oluşturmalıdır. Özetle, evrim teorisine göre                          canlılığın bir başlangıcının olabilmesi için canlılığı                          başlatacak "basit" bir hayali bakterinin de olması gerekmektedir.                          Aynı batıl inanca göre bütün canlılar, daha basit formlardan                          evrimleşmiş ve gittikçe daha kompleks bir hale gelmişlerdir.                          Canlıların sınıflandırılmasında (taksonomi) bu anlayış                          genel olarak hakim olmuştur. Ancak günümüzde, bilim dünyasında                          meydana gelen büyük ilerlemeler, bu anlayışı değiştirmeye                          ve evrim teorisinin kendi içinde sert eleştirilere uğramasına                          yol açmıştır. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould bu anlayışı                          eleştirirken, temelinde yatan ırkçılığı da vurgulamaktadır.                          Bu anlayışa göre bütün canlıların en üstünü insan, insanların                          en üstünü ise, belirli bir ırk olarak görülmektedir:
İnsan-merkezcilik, genel taksonomiyi,                          bize yakın yaratıklar arasında ince; daha uzak ve "basit"                          organizmalar arasında çok kaba ayırımlar yapmaya yöneltmiştir.                          Bulunan her yeni diş yeni bir memeli türünü tanımlarken,                          bütün tek hücreli yaratıkları, toptan "ilkel" canlılar                          olarak adlandırırız.61                           
Hayatın "basit bir ilk bakteri" sayesinde                            başladığı iddiası kuşkusuz büyük bir aldatmacadır. Bu                            iddiayı öne sürenler, ilk önce canlılığın nasıl ortaya                            çıktığını açıklamak zorundadırlar. Ancak evrimci kaynaklar                            incelendiğinde hayatın nasıl ortaya çıktığı konusunda                            bilimsel bir bulguya rastlayamayız. Bilimsel kanıtların                            olmaması, çeşitli tahminlerin ve hikayelerin kabul görmesine                            yol açmıştır. Evrim teorisinin temelinde yer alan maddeci                            anlayış bu hikayelerin şekillenmesinde de önemli rol                            almıştır. 
Fosil kayıtlarına göre,                            tespit edilebilen ilk canlı bundan 3,5 milyar yıl önce                            yaşamış bir siyanobakteri fosilidir. 3,5 milyar yıl                            önce yaşamış bu bakteri günümüzde de yaşamaktadır ve                            hiçbir değişime uğramamıştır. Ancak evrimcileri asıl                            hayal kırıklığına uğratan şey siyanobakterinin bilinen                            en kompleks bakterilerden biri olmasıdır. Fotosentez                            gibi son derece kompleks bir tasarıma ve işlem yeteneğine                            sahip bu bakteri, günümüz bilim adamları tarafından                            kesinlikle basit bir canlı olarak görülmemektedir. Evrimci                            iddia işte bu noktada da büyük bir hezimete uğramaktadır.                            Fosil kayıtları 3,85 milyar yıl önce bakterilerin bugünkü                            özellikleriyle var olduklarını göstermektedir. Yapılan                            çalışmalara göre ise, dünyanın canlılığa müsait bir                            hale gelmesi de tam bu tarihlere rastlamaktadır.62                            Yani bakterilerin, ilerki bölümlerde de bahsedilecek                            olan kompleks yapıları, evrim teorisinin öne sürdüğü                            gibi, imkansız tesadüflerle, yavaş yavaş, uzun bir deneme                            yanılma sürecinden sonra değil, üstün bir planın, belirli                            bir parçası olarak aniden ortaya çıkmışlardır.  
Dahası, bir varlığın cansızken, aniden                          canlanması, o canlı "basit" bile olsa, hiçbir şekilde                          mümkün değildir. Yani hiçbir doğal mekanizma, cansız maddeden                          canlı madde üretecek güce sahip değildir. Su, toprak ve                          hava, milyarlarca yıl boyunca bir arada dursalar bile,                          ne canlılığı ne de o canlılığın sahip olduğu üstün tasarımı,                          planlayacak veya ortaya çıkartacak, akla ve bilince sahip                          değildirler. Bu açıdan incelendiğinde, basit olduğu iddia                          edilen bakterilerin hiç de evrimcilerin iddia ettikleri                          gibi basit canlılar olmadıkları ortaya çıkar. Bu gerçeği                          evrimcilerin, bir bakterinin kendi kendine oluşabilmesi                          ile ilgili yaptıkları ihtimal hesaplarında da açıkça görmek                          mümkündür:                          
Hoyle ve Wickramsinghe                            canlı bir bakterinin kendiliğinden meydana gelme ihtimalinin                            1040.000'de 1 olduğunu hesaplamışlardır... Shapiro daha                            gerçekçi şartlara dayanarak hesaplamalar yapan Morowitz'den                            bahsetmektedir: 'Harold Morowitz tarafından daha gerçekçi                            bir hesap yapılmıştır... Morowitz tarafından hesaplanan                            karşılık, Hoyle'un ihtimallerini tamamen anlamsız hale                            getirir: 10100.000.000.000'de 1 ihtimal..63 
Burada yapılan matematik hesabını daha                            yakından incelemek gerekmektedir. Önce 10 sayısının                            yanına yüz milyar sıfır getirmemiz ve bu inanılmaz sayı                            içinden tek bir ihtimali kabul etmemiz gerekir. Oysa                            matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "sıfır ihtimal"                            olarak kabul edilirler. Kısacası böyle bir olasılığın                            gerçekleşmesi imkansızdır.
Bütün bunların yanı sıra, mikro alemin                            en önemli öğelerinden biri olan bakteri, yapı ve işlev                            olarak da basit bir canlı olmadığını açıkça göstermektedir.                            Evrimcilerin bakteri gibi tek hücreli canlıları basit                            olarak görmeleri aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden                            kaynaklanan bir zorunluluktur. İlk olarak şunu söylemek                            gerekir ki, bu canlıların her biri basit olmak şöyle                            dursun, birer tasarım harikasıdırlar. Üstlendikleri                            hayati görevleri yerine getirmek için böyle mükemmel                            bir yapıya sahip olmaları gerekir. Bu canlıların belirli                            bir görevi yerine getirmek için uzmanlaşmış yapıları                            vardır. Mesela fotosentez yapan bakterileri ele alalım.                            Yeryüzünde hayatın devamı için gerekli olan oksijenin                            %70'ini bu canlılar üretir. Aynı zamanda bu canlılar,                            karbondioksidi kullanarak, başka türlü ortaya çıkması                            mümkün olmayan, besin kaynaklarını üretirler. Yani evrimcilerin                            basit dediği bu üstün tasarım sayesinde, hem oksijen                            üretilir, hem dünyadaki bütün besin zincirinin temeli                            ortaya çıkar, hem atmosferdeki zehirli karbondioksit                            oranı dengelenir, hem de bu canlıların çok hızlı ve                            büyük miktarda çoğalabilen sistemleri, kendilerini,                            birçok canlının hayatta kalmak için yediği besin haline                            getirir. Bütün bu özelliklerin yanı sıra, alg, plankton                            veya diatom gibi tek hücrelilerin, üstün teknoloji harikası                            olan bilgisayar "çip"lerine benzeyen yapıları, bu canlıların                            ilkel oldukları iddiasını gülünç hale getirmektedir.                          
Bakteriler sadece insanda değil, yeraltındaki                          bir termitten bir bitkinin kök tüylerine kadar tüm canlılıkta                          etkisini gösterir. Bu canlılar, yeryüzünün her yanına                          yayılmışlardır ve üstlendikleri görevleri milyarlarca                          yıldır her canlıda aynı kusursuzlukla yerine getirmektedirler.                          Bütün bunlar elbette tek bir gerçeğe işaret eder: Yaratılış.                                                    
Evrim teorisini savunanlar, aslında bu                            canlıların basit bir yapılarının olmadığını çok iyi                            bilirler. Bu nedenle, söz konusu mükemmel canlıların                            özelliklerine değinirken, sahip oldukları mekanizmaları                            açıklamaya çalışırken sürekli olarak bir çıkmaz ve tereddüt                            içindedirler. Mikroskobik bir canlının varlığını açıklamaktan                            aciz olan evrim gibi bir teorinin karşılaşmaktan çekindiği                            en büyük gerçeklerden biri işte budur. 20. yüzyılın                            gelişen bilim ve teknolojisi, elektron mikroskobu altında,                            evrim teorisi yalanını bir kez daha ortaya çıkaran yepyeni                            bir alemi tanıtmıştır. Darwinistlerin gittikçe uzayan                            soru zincirine böylelikle bir yenisi daha eklenmiştir.                            Evrimciler çözüm yolları araya dursunlar, bu canlılarda                            karşılaştığımız her özellik, Allah'ın gözle görünmeyen                            bir canlıda nasıl kusursuz bir sanat meydana getirdiğini                            keşfedebilmek ve bunu takdir edebilmek için bir yol                            olacaktır. Allah'ın bu kusursuz sanatı ve ilmi Kuran'da                            şu sözlerle ifade dilmektedir:
Hamd, göklerde ve yerde                            olanların tümü kendisine ait olan Allah'ındır; ahirette                            de hamd O'nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber                            alandır. Yerin içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni                            ve oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.                            (Sebe Suresi, 1-2)
                           
44- Garry Hamilton,                            Insider Trading, New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran                            1999, sf. 44-45 
 45- http: //www. chm.bris.ac.uk /motm/ttx/ttxv.htm
 46- John Downer, Supernature, The Unseen                            Powers of Animals, Sterling Publishing Company, New                            York, 1999, sf. 132
 47- http://wy.essortment.com/whatisatubew_rkxn.htm,                            http://www.remineralize-the-earth.org/magazine/CompostRecycling/Vermiculture.html
 48- Garry Hamilton, Insider Trading,                            New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 44 
 49- Anitia Ganeri, Creatures That,                            Victor Gollancz Press, London, 1995, sf. 12
 50- http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/08dna03.htm
 51- http://www.origins.org/offices/thaxton/docs/thaxton_dna.html                            - DNA, Design and The Origin of Life / Charles B. Thaxton,                            Ph. D. 
 52- Garry Hamilton, Insider Trading,                            New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 43 
 53- Garry Hamilton, Insider Trading,                            New Scientist, Vol. 162, 26 Haziran 1999, sf. 43 
 54- Zuhal Özer, Yeryüzünün Başarılı                            Kimyacılar? Bakteriler, Bilim ve Teknik, Ocak 1997,                            sf. 64
 55- Sarah Richardson, Dildeki Bakteriler,                            Bilim ve Teknik, Mart 1996, sf. 49
 56- Gülgün Akbaba, Dikkat! Sağlığımızda                            ve Cebimizde Gözü Olanlar Var, Bilim ve Teknik, Mart                            1994, sf. 35
 57- Gülgün Akbaba, Bir Salgının Öyküsü,                            Bilim ve Teknik, Nisan 1999, sf. 100-101
 58- Gülgün Akbaba, Bir Salgının Öyküsü,                            Bilim ve Teknik, Nisan 1999, sf. 101
 59- Didem Sanyel, Zaferi Biz mi, Süper                            Mikroplar mı Kazanacak? Antibiyotik Direnci, Bilim ve                            Teknik, Mart 1999, sf. 36
 60- Didem Sanyel, Zaferi Biz mi, Süper                            Mikroplar mı Kazanacak? Antibiyotik Direnci, Bilim ve                            Teknik, Mart 1999, sf. 37
 61- Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası                            Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler, Tübitak, Ankara, 2000,                            s.113 
 62- John Horgan, Life, Life Everywere,                            Scientific American, Kasım 1996 
 63- Stephen Jones, Crichton, evolution                            and Chaos, http://asa.calvin.edu/archive/evolution/199505-10/1515.html